İnsan’a Dair…
İnsanın ne olduğu ve doğasına dair bilgiler tüm tarih boyunca merak edilmiştir. İnsanı konu edinen çeşitli yaklaşımlar farklı bilimsel ve felsefî teoriler geliştirilmiştir.
İnsan’a Dair…
“Kıyasıya bir savaştı bu, Haç'la Hilâl'in, Batı'yla Doğu'nun, iman'la inkâr'ın savaşı.”
Cemil Meriç
İnsanın ne olduğu ve doğasına dair bilgiler tüm tarih boyunca merak edilmiştir. İnsanı konu edinen çeşitli yaklaşımlar farklı bilimsel ve felsefî teoriler geliştirilmiştir.
İlk çağlardan günümüze insan madde-mana / ruh-beden dualizmi ile tanınmaya çalışılmıştır. Sokrat öncesinden Rönesans’a kadar uzanan düşünce çizgisinde insanın küçük âlem olduğu inancı farklı üslûplarla da olsa ifade edilmiştir.
İnsana dair birbirinden kalın çizgilerle ayrılmış iki temel bakış açısı mevcuttur. Birincisi Adem- Havva ve yaratılış diyebileceğimiz semitik düşünce dünyasıdır. İkincisi ise modern batının köklerini aradığı antik yunan düşüncesidir ki us, logos olarak ifade etmek mümkündür. Bunlardan ilki teolojik, ikincisi ise felsefiktir. Bu iki bakış açısını hiçbir zaman uzlaşamaz olarak gören fikirler olduğu gibi uzlaşmasını mümkün gören fikirlerde bulunmaktadır.
İnsan fizik yasalarına tâbi, bilgi ve bilincinin farkında, kendisini ve doğayı dinleyen, edebiyatı, sanatı, felsefeyi yapan, geçmişi, gününü ve geleceğine dair yargılar üreten, iyilik-kötülük fiillerini fark ederek hayatının anlamını bulmaya/ hayatını anlamlı kılmaya çalışan bir varlık olarak sahnededir.
Varlık sahnesinde yerini alan insan, eylemleriyle şimdide, anmasıyla geçmişte, umut etmesiyle gelecekte yaşayabilir. Öyle ki insan geçmişi şimdiye getirebilir ve gerçek zamana yerleştirebilir. Hatta geçmişi şimdiden daha canlı yaşayabilir. Geçmişte yaşanan bir acıyı şimdi burada yaşıyor gibi acı çekmesi bundandır.
İnsan bilincinin geçmişe ve geleceğe olan çift yönlü hareketi insanı gerçek zamanın dışına çıkarabilmektedir.
Varlık alemin de şaheser bir canlıdır insan. Düşüncesindeki sonsuzluk O’nu var edenin sonsuzluğunun işareti gibidir. Zira her eser sahibi kendi mahiyetini eserlerinde gözetir.
Tevrat’ın yaratılış bölümünde İnsanın yaratılışını “ Tanrı, “Kendi suretimizde, kendimize benzer insan yaratalım” dedi, “Denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, evcil hayvanlara, sürüngenlere, yeryüzünün tümüne egemen olsun.” - Tevrat, yaratılış 1, 26- olarak ifade edilmiştir.
Tevrat’tın bu ilk cümlesi hadis kaynaklarımızla, ikinci cümlesi “Gökleri ve yeri yaratan, yukardan indirdiği su ile rızık olarak ürünler yetiştiren, emri gereğince denizde yüzmek üzere gemileri, nehirleri, belli yörüngelerinde yürüyen ay ve güneşi, geceyle gündüzü sizin buyruğunuza veren Allah'tır.”- Kur'anı kerim, İbrahim 14/32-33- ayeti ile uyum halindedir.
Buradaki “Tanrıya Benzeme” nin şekli/bedeni bir benzerlikten ziyade mukayyet bir varlık olarak, insanın bilmesi, görmesi, duyması, ünsiyet sahibi olması, irade sahibi olması v.b. gibi özellikleri ile Tanrının Şaheseri/Halifesi -venefaḣtu fîhi min rûhî , Hicr 15/29- olarak anlamak mümkündür.
Bu iki temel dini kaynak semitik medeniyetin İnsana ve varlığa bakış açısını yansıtmaktadır. Böylece “sahip olmak” için değil “Olmak” için varlığın kendisine emanet edildiği bilinciyle, irade sahibi “üstün insan” olmak için gayret sarf eder.
Maddesini-manasını bilir, fizyolojisini de, psikoloji sini’de ihmal etmez. Fizik yasalarının verili olmasını metafizik bir “Varın" varlığı olarak okur.
Maddeyi işlemesiyle(bilim) keşfedilen her bilgiyi hayranlıkla karşılar, buradaki her bilgi onu, O’na daha da yakınlaştıracak bir ayet/işaret olarak görür. Çoğu zaman ters-düz edilse bile bu medeniyetin hamurunda düşünceden sonra din/inanç boyutuna ulaşıldığını, bilgi/düşünce/inanç şeklinde bir sıralamanın bahsini etmek mümkündür.
Bu bakışla İnsanın İnsan ile doğa ile yaratıcı ile ilişkisini tekrar düzenlemek durumunda kalınacaktır.
İnsan düşünce dünyası boşluk kaldırmamaktadır, oluşan bu boşluğa içinde bulunduğu kültür ve medeniyet eğilimine göre cevap arar. Malik bin Nebi kültür ve medeniyetin bu boşluğa iki farklı cevap verdiğini “ya yere, yani ayaklarına doğru bakmak veya bakışlarının gökyüzüne çevirmek olduğunu” ifade ederek Doğu ve batının kozmik boşluğa verdiği iki farklı cevabı dile getirir. Böylece ya hissettiği boşluğu “eşya” ile doldurmayı seçer ya da sorgulayarak hakikatin peşine düşecektir.
Modern hayat insanı tanımlarken “faydayı” merkeze alır. Ekonominin yararına işleyen bir makinedir insan. Bu tutum modern hayatın hemen her alanında ekonomi, sosyal, siyasî alanlarda belirleyici olduğu kadar zihni ve kültürel alanlarda etkisini göstermiştir. Bu sebeple Homo economicus olarak tanımlanmıştır. Bu durumu Karl Marx’ “yabancılaşma” olarak tanımlamış, bunu insanın doğasından uzaklaşması olarak ifade etmiştir.
Batının İnsan tanımı tek boyutlu ve rasyoneldir. Batının ihraç ettiği “idraklerimize giydirilen deli gömlekleri” bakış, görüş ve ideolojiler tek boyutlu bakışın farklı veçheleri dir.
Doğu medeniyeti de batılı kurum ve hayat tarzını benimsediği gibi düşünce tarzını da benimsemiş görünmektedir. Ülkemiz içinde durum farklı değildir, merhum Meriç’in ifadesiyle batının silahlı saldırısını püskürtmüş olabiliriz ama batılılaşma sevdasından kurtulabilmiş değiliz.
Böylece bugün insanın dengesi bozulmuştur. Hemen her şeyi “tüketen varlık” olmuştur. Tarihte hiç görülmediği kadar iletişim gelişmiştir. İnternette, sosyal medyada, televizyonda… Her özne reklam malzemesi olmakta, her alanda teşhircilik teşvik edilmekte, her alan sergi malzemesi haline getirilmektedir. Her yönüyle hız ve haz mesafeler kat etmektedir. Kalıcı gerçeklikler ile yüzleşmek yerine, geçici, anlık zevkler ile yaşam sürmesi istenmektedir.
Çok boyutlu insanı, tek boyuta indirgeyen her söylem bu dengesizliğe katkı mahiyetindedir.
Yusuf DOĞAN, 20.06.2022
Yazarın Diğer Makaleleri
0 Yorum